Issız Ada ( Efe Fitilcan )

Issız Ada ( Efe Fitilcan )

02.11.2018 407

 

 

 

ISSIZ ADA

 

 

 

İşte yine hava bozuktu. Ankara'dan İstanbul aktarmalı İspanya'ya gidecektim. Uçağımız çok büyüktü. Tam 430 kişilik yer vardı ve bunun 410 kişilik yeri dolmuş, uçağın kalkmasına tam beş dakika kalmıştı. Bekledim, bekledim sonunda uçak kalktı. Altı saatlik yolculuğun ardından İspanya'ya geldim. Orada tam beş gün geçirdim. Ardından patronumun beni yanına çağırdığını duydum ve patronun yanına gittim. Patron bana buradan Amerika'ya gitmemi ve oradan çok önemli bir parçayı almamı istemişti. Ben de kabul ederek yola koyuldum.

 

Buradan bir uçak buldum ve hemen bir bilet aldım. Ertesi gün uçağa binmiştim ve işte okyanusun üzerindeydik. İçimi ilginç bir korku yiyiyordu. Korkumdan tam yarım saat geçti gözlerimi bir yerde açtım. Su sesi geliyordu sıcak sırtıma vuruyordu ve ayağa kalktım aynen öyleydi. Tahmin ettiğim gibi bir adadaydım. Hemen stres yapmadım. Uçağın enkazını aramaya koyuldum. Sanki denizin beş metre ilerisinde bir şey görür gibi oldum. Hemen oraya yüzdüm. Uçağın enkazını buldum. Hemen dalmadım. Karaya çıktım. Biraz plan yapmak istedim ve aklıma bir şey geldi. Uçakta yalnız değildim, başkaları da vardı.

 

 Hemen sahili turladım ve tahminim doğruydu sahilin diğer ucunda birini buldum ama ölmüştü. Göğsünün tam ortasına kocaman bir demir parçası bir yerden girip diğer yandan çıkmıştı. Umudumu kaybetmedim, biraz daha yürüdüm ve birini en sonunda ayakta gördüm. O da yeni uyanıyordu hemen yanına gittim, kalkmasına yardım ettim. Biraz su yutmuştu, hemen öksürdü. Suların hepsini çıkardı. Biraz konuştuktan sonra ismini sordum ve öğrendim. İsmi; Mücahit'ti benden 10 yaş büyüktü. Mücahit ağabeyi de aldım, uçağın enkazının yanına gittik ve birlikte plan yaptık. Mücahit ağabey "Serhan kardeş, sen daha gençsin daha çeviksin sen git ben de o arada barınak, yiyecek, içecek bir şeyler bulayım" dedi. Ben de hemen kabul ettim.

 

Suya nedense biraz korkarak girdim ama korkaklığın lüzumu yoktu. Yüzdüm, yüzdüm, yüzdüm ve en sonunda enkazın tam üzerindeydim. Daldım ve uçağın içine girdim. Neler alacağıma baktım ve nefes almak için yüzeye çıktım. Derin bir nefes aldıktan sonra yeniden daldım. Uçağın içinde bir ilkyardım baltası vardı, onu aldım ve karaya yüzüp bıraktım.

 

Mücahit ağabey o sırada barınağın temellerini atıyordu. Tam suya yeniden girecekken aklıma bir şey takıldı o da şuydu; her bir parça için karaya gidip gelmek benim için çok fazla zaman kaybı ve enerji kaybına neden olacaktı. Hemen bir alet tasarlamalıydım. Aklıma gelen ilk fikir, odunlardan bir üçgen oluşturup üstünü sağlam dal parçalarıyla birleştirmekti. Böylece beş on parçayı aynı zamanda karaya çıkarabilecektim. Gerçekten harika bir fikirdi hemen işe koyuldum ve aleti yapmaya çalıştım. Alet on dakikada bitmişti.

 

Hemen okyanusa açıldım ve malzemeleri toplamaya başladım. Uçaktan tamı tamına on tane konserve bezelye, otuz gün yetecek kadar da yiyecek, içecek çıktı. Alet olarak da çekiç, minik bir balta ve iki üç tane de minik çakı bıçağı çıkmıştı. Açıkçası bu beni sevindirdi.

 

 Karaya döndüm. Malzemeleri bıraktım ve aklıma bir fikir geldi. Uçağın ana gövdesinden ya da içindeki kaplamalar ve koltuklardan yararlanabilirdik. Hemen elime çekici alıp okyanusa doğru kulaç attım. İki dakikada enkazdaydım. Daldım ve uçağın birkaç kaplamasını söktüm ve karaya geldim. Bir daha gitmek istedim ama hava kararıyordu. Ertesi gün gitmeye karar vermiştim. Bir an önce kaplamaları almalıydık. Çünkü çürüyebilirlerdi. Zaten acıkmış ve susamıştım. Mücahit ağabeyden iyi bir haber gelince sevindim. Mücahit ağabey barınağı bitirmiş, erzaklar için çukur kazıp içine koymuş ve kapak yapmıştı. Yataklarımızı hazırlamıştı ve ateş yerini hazırlayıp dalları toplamıştı, dallar bize tam iki gün yeterdi.

 

 Asıl sevindiğim haber ise Mücahit ağabeyin valizini bulup getirmem olmuştu çünkü içinde bir damla su bile değmemiş sıfır bir çakmak vardı ve çalışıyordu. Mücahit ağabey ateşi yakarken ben de dinlendim. Artık hava yavaş yavaş kararıyordu. Ertesi gün ne yapacağımı düşünüyordum. İlk işim uçağın kaplamalarını söküp uçağı silip süpürmek olacaktı. Daha sonraki işim ise erzak depolamak, sal yapmak ve odun toplamak olacaktı. Artık ortalık zifiri karanlık olmuştu. Ateşin ışığından başka ışığımız yoktu.

 

Akşam yemeğinde konserve bezelye ve paketli kek yedik. Sıra su içmeye gelmişti ama suyumuz yoktu. Mücahit ağabeye, adada su bulup bulmadığını sordum. O da istemeyeceğimiz kadar çok var dedi ve bir pınar bulduğunu söyledi. Rahatlamıştım, hemen uyuduk.

 

 Rahat ve sağlam bir uykudan sonra sabah kalkmıştım. Adadaki kuş cıvıltıları beni az da olsa mutlu ediyordu. Muhtemelen sabah saat 6.30 civarıydı. Hemen ateşe odun attım, canlandırdım. Mücahit ağabey de güzel uyuyordu, uyandırmak istemedim. Hemen de okyanusa girmedim. Ormana biraz odun toplamaya gittim. Ormana elimde balta ile girdim, biraz odun topladım ve kampa geri döndüm. Mücahit ağabey uyanmıştı. Hatta iki tane de yengeç yakalamıştı. Çok sevindim. Aradan bir ya da bir buçuk saat geçtiğinde okyanusa girme kararı aldım. Elimde balta ve çekiçle suya girdim. Enkazın üzerine geldim. Yanımda, daha doğrusu cebimde bir çakı vardı. Suyun altında bir balık vardı, hemen daldım ve çakıyı balığın gövdesine zıpkın gibi geçirdim. Balık yarı ölüydü. Hemen balığı kampa çıkarttım. Mücahit ağabeye teslim ettim ve yeniden açıldım. İki saatte uçağın kaplamalarının hepsi yerinden sökülmüş, kampa getirilmişti.  

 

Uçakta alabileceğim bir malzeme olup olmadığını kontrol etmek için bir daha daldım. Biraz gezindim, minik vidalar ve civatalar buldum. Bir de İngiliz anahtarı seti bulmuştum. Aklıma yolcuların valizlerini de almak geldi ama çok riskli bir işti ve enerjimi çok harcardım. O yüzden bu düşüncemden vazgeçtim. Karaya dönmeye hazırlanıyordum ki gökyüzüne baktım, kara bulutlar geliyordu. Hemen karaya yüzdüm. Mücahit ağabeyle çok sağlam bir barınak yaptık. Bu barınak bambulardan, taşlardan ve neredeyse çimento görevi gören alçıdan oluşuyordu. Üstüne de kil kaplama yapmıştık. Adada bolca alçı tozu vardı. O yüzden alçıda sınır yoktu.

 

Biraz erzak alıp yaptığımız kulübeye girdik. Minik bir ateş yaktım. Mücahit ağabey balığı kızarttı. Ben de aldığım dallardan minik bir yatak yaptım. Yatak ikimize yetecek büyüklükteydi. Mücahit ağabeyle biraz sohbet ettik ve yatmaya yakın bir çığlık sesi duyduk. Bu bir insan çığlığıydı ama normal insan çığlığıyla karşılaştırırsak daha gür ve korkutucuydu. Ardından bıçaklarımızı elimize aldık ve dışarıyı dinledik. Sonra çeşitli bağırma ve çığlık sesleri devam etti. Birden çok homurdanma sesi geliyordu. Mücahit ağabeyle sırayla gece nöbet tuttuk.

 

Gece sesler kesildi ama tedbiri elden bırakmamak lazımdı. Dışarıdaki şeyin ne olduğunu bilmiyorduk. Geceyi nöbetle geçirdik. Mücahit ağabeyle dışarı çıkmaya korkuyorduk ama birden bir cesaretle bıçaklarımıza sarılıp Allah Allah nidalarıyla kulübeden çıktık. Kampta bir yaratık vardı. İnsan şeklinde yarı çıplak bir şekilde kan revan içinde bir yaratık duruyordu. Mücahit abi korkanın canı cehenneme dedi ve yaratığın üzerine atladı. Ben de gaza gelip Mücahit ağabeye yardım ettim. Yaratığı öldürmüştük. O günden sonra kampımıza sürekli saldırıp bizi yemeye çalıştılar.

 

Mücahit ağabeyle birlikte başka bir adaya gitmeyi düşünüyorduk ama ufukta hiçbir ada yoktu. Biz de kampımıza çeşitli savunma sistemleri kurduk. Taştan duvarlar, ucu sivri kalın tahtalarla sur örmüştük. Kendimize el yapımı silahlar yapmıştık. Ben artık bu işten bıkmıştım ve Mücahit ağabeye de bıkkınlığımı bildirdim. Planımız çok sağlam bir sal yapmak ve belirli bir yön boyunca belki aylar belki de yıllar süren bir yolculuğa çıkmaktı.

 

 Günler belki de aylar geçmişti. Yaptığımız sal sal değil bildiğimiz gemiydi ve çok dayanıklıydı. Sırada olan iş ise erzakları nereye koyacağımdı. Gemiye bir kiler bölümü yaptım ve erzakların hepsini oraya doldurdum. El yapımı bir olta yaptım. Sahilde bulduğum konserve kutularını da değerlendirdim. Tuttuğum balıkları konserveledim. Bu arada yolculuğa çıkmamıza günler kala Mücahit ağabeyin ayağı iltihap kaptı ve yolculuğumuzu bir hafta geciktirdi. Bir haftaya yakın bir sürede Mücahit ağabeyin ayağı iyileşmişti. Yolculuğa çıkmadan önce yiyecekleri kilere doldurmuştum ama içecekleri doldurmamıştım. Hemen doldurup yola çıkmak istiyordum ve öyle de yaptım.

 

Artık tüm işler bitmişti, gemiyi suyun üzerinde inşa ettiğim için yüzdüğünü biliyordum. Hemen gemiye atladım. Mücahit ağabey de arkamdan atladı ve yaptığımız çarklı sistem sayesinde pedal çevirerek ilerliyorduk. Dümen Mücahit ağabeydeydi, sıra ile değişecektik. Bayağı yol aldık. Gece olmaya başlamıştı. Hemen demir atıp uyuduk. Pedal çevirme sırası Mücahit ağabeydeydi ama onun yorulmasını istemiyordum. O yüzden ben pedal çevirmeye devam ettim.  Mücahit ağabey de dümeni çevirmeye devam etti.

 

 İleride minik bir kara parçası görür gibi oldum ve yanılmamıştım. Daha hızlı pedal çevirdim. Adaya gelmiştik. Hemen adaya indik, yemek yedik ve adada yenecek bir şeyler var mı diye merak edip minik koruluğa girdim. Ardından beş on dakika içinde elimde 2 kg  kadar muzla geri döndüm. Yolumuza devam ettik. Yolda giderken birkaç balık daha tuttum. Mücahit ağabey onları da konserveledi ve yolumuza devam ettik.

 

 Neredeyse iki haftadır yoldaydık. Yiyeceğimiz iki ay daha idare ederdi ama suyumuz beş altı gün sonra bitecekti. Bir su kaynağı bulmalıydık.  Bir aydır yoldayız. Ama hala bir ada bulamadık. Ufukta bir karartı görür gibi oldum. Daha dikkatli baktım ve bunun bir ada olduğunu görmüştüm. Hemen hızlıca pedal çevirdim ve adaya geldik.

 

 Adada bir su kaynağı olmasını dileyerek sahiline ayak bastım. Çünkü neredeyse bir haftadır deniz suyunu arıtarak içmeye çalışıyorduk. Biraz gezindim ve su sesi işittim. Hemen işittiğim yöne doğru koştum. Bir pınar bulmuştum, hemen kaplarımızı doldurdum. Biraz daha kap yapıp onları da doldurdum. Artık su sorunumuz da yoktu. Biraz da Hindistan cevizi ile avakado buldum. Hemen ardından yola koyulduk. Artık sakallarımız çok uzamıştı, kesmeliydik. Aklıma bir fikir geldi. Bir tane avakado kesip onun sıvısıyla sakallarımızı rahatça kesecektik. Hemen kilerden bir avakado aldım ve kestim. Sıvısını bıçağımıza sürdük. Sakallarımızı kesmeye başladık. Bu iş bizi tam bir saat oyaladı ama rahatlamıştık ve yolumuza devam ettik.

 

Neredeyse üç aydır yoldayız ama hala bir medeniyet göstergesi yoktu, demir attık ve biraz uyuduk. Uyandığımda Mücahit ağabey bağırıyordu; "Kalk Serhan kalk!" hemen kalktım, biraz etrafa bakındım ve gözlerime inanamadım. Kara vardı. Üstünde bir çok kulübe vardı. Üstüne üstlük karanın üstünde duman tütüyordu. Daha yakınlaştığımızda ise adada yanardağın patladığını rahatça görebiliyorduk. Evler yanıyordu. İnsanlar etrafa kaçışıyordu. Karaya yakınlaşmak bizim için ölüm demekti ve maalesef uzaktan insanların ölmesini izliyorduk. Olanları daha fazla görmemek için hızlıca kürek çektik. Ardından ufukta bir karartı gördüm. İşte Medeniyet yazılarını görebiliyorduk; "WELCOME TO FLORİDA" kurtulmamızın ardından on gün geçmişti. Kapımızın önüne gazeteciler geliyordu, röportaj istiyorlardı ve seve seve veriyorduk. Çok mutluyduk.  

 

                                                                                                                 Efe FİTİLCAN